Mahzun Ülkenin Çocukları

Yıllar var ki bu ülkenin kaderi hep böyle mahzun oldu. Neydi bunca çekilenlere değecek olan? Neydi bu ülkenin ve bu coğrafyanın bu kadar karışmasına sebeb olacak ? Nasıl bir bedeldi bu ödenen?

Geriye dönüp baktığınızda mutlu ve barış dolu, dünyaya misal olduğumuz yılları geride bırakalı asırlar oldu. Çocukluk yıllarımdan beri savaşlar hiç dinmedi neredeyse. Tam normalleşme oldu dediğimizde bile fazla sürmedi. Ama hüzün yağmurları ise son sekiz yıldır artarak yağıyor ülkemin üstüne. Hergün binbir türlü zulüm ve insanı yıpratan devasa hadiseler ciğersuzca vuku buluyor.

Ne yaptı Hizmet’e gönül veren insanlar? Mesela Yusuf Pekmezci ağabey bildiğim 20 yıl Kazakistan’da yaşadı. Eğitime çok faydalı katkıları oldu. Helalinden ticaret yaptı. Hatta yirmi yıl sonunda kazandığı benzin istasyonunu getirip, bu Hizmetin deyip Hocaefendi’ye teslim etti. Tabii kabul etmediler ayrı mesele.

Hidayet Karaca’yı ilk kez bir vaaz çıkışı Alsancak’ta bir öğrenci evinde görmüştüm. Yıl yanılmıyorsam 1989’du.
Karşıda Alsancak stadyumu vardı, Sezen Aksu konseri vardı. Biz kolejli olduğumuz için aktüaliteden haberdardık. Hidayet Bey’e sorduğumuzda Sezen Aksu’yu tanımadığını hayretle dinlemiştim. Ve bu insan yıllar sonra Samanyolu yayın grubunun başına geldi. Ve medya etik konseyi dahil çok önemli görevlerde bulundu. Ama şimdi içeride bu ülkenin evladı olmanın bedelini ödüyor.

Mümtaz’er Türköne, Gültekin Avcı, Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Sedat Laçiner, Ali Ünal,  Ahmet Böken, Boydaklar, içeride veya yurt dışına çıkanı ile, binlerce askeri, emniyet ve yargı mensubu ile, akademisyeni, işadamı ile, bebekli annelerle bu ülkeye hizmet etmenin bedelini ödüyoruz. Bu mahzun ülkenin evlatları olmanın bedelini, dürüst olmanın bedelini ödüyoruz. Olsun, bizden öncekiler ödedi, demek sıra bizde imiş. Gün ola, hayır ola, niyet hayır, akıbet hayır…

Scroll to Top