Mehmet Gündem
Bir gurbet yolcusunun Allah”a ısmarladık telefonudur bu”
Cuma günü öğleden sonra çalan telefonumda karşıdan gelen hüzünlü ama mutlu bir sesti işittiğim. Ancak uzun bir konuşmadan sonra söylenmesi gerekeni acele edip hemen söylemiş, “yolcuyum” demişti.
Bu aramızda bir vedalaşma değil, yola çıkarken bıraktığı bir davetti.
Ne oldu, daha yeni gelmemiş miydin buralara. Şehirler güzeli İstanbul hiç arkana bakmadan bırakılıp girilir mi?
Nereye gidiyorsun şu Ramazan gününde?
Herkes sükunete demirlerken, nedir bu maceracı ruh hali?
Ruhumun fakirliğini en derinden hissettiren Ramazan vurgununu yemişken, bu “yolculuk sesi” de nereden çıktı?
Yola çıkmış yolcu için bilirim, beyhude uğraştır bu sözlerin elbette.
Ünlü şairden ödünç alarak zor söylenen mısralarla içimde kurulan kürsüden sesleniyorum sana;
Sadece;
“Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli” diyebiliyorum.
Giden memnun olunca; yol da memnun, yolun sonunda bekleyenler de memnun.
“Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Ertuğrul”u yeni bir yüzyıla girerken tanımıştım Moskova”nın soğuk ikliminde. Kızıl Meydan”da, Kremlin”de, Arbat”ta dolaşırken hızla gelişmiş, kök salmıştı dostluğumuz. “Moskova”yı seven Türk” olarak, tam nereden kaynaklandığını bilmediğim ama bende Ruslara karşı var olan olumsuzluğu kıran iki kişiden biriydi o. İçime kaydettiğim insanlardan biri olmuştu. Hiç tereddütsüz “dost” diyebileceğim özel bir insandı.
Dostluğun bir tarihte kurulmuş olması yetmiyor, yaşaması ve süreklilik kazanması için ihtimam, ilgi, alaka istiyor. Ertuğrul bey benim için “kolay” dostlardan birisiydi. Zaman zaman içine düştüğüm ilgisizliğime rağmen hiç sitemi olmadı, uzaktan da olsa selamını hiç esirgemedi.
İncelikleri, sürprizleri olan bir insandı.
İçime kurulan kürsülerden biriydi onun sözleri.
Hal dili de öyleydi.
Tek başladığı Moskova hayatına İzmir”den sürüklediği eşi Jale hanımı da katmıştı. Vakit tamama erdiğinde, İstanbul”a dönüş kararı aldığında kızları Rana ile dönmüşlerdi bize.
Moskova”dan sonra İstanbul onlara nasıl geldi bilinmez ama; gördüğüm o ki, yolculuk düşüncesi insanın içine bir kere yerleşince bir daha çıkmıyormuş, kalp tepelerinden sürekli yol gözleniyormuş.
Ertuğrul İstanbul”a gelince biz Türklerden daha çok Ruslarla ilgileniyordu. Rus tarihini, Rus edebiyatını çoğu Rus”u gıptaya sevk edecek kadar iyi biliyordu. Moskova”dan ne kadar da çok misafiri geliyordu İstanbul”a.
Yaşadığı yere seven, hayat izlerine sadık, emeğine yabancılaşmayan bir insandı Ertuğrul.
İstanbul”da küçük Moskova kurmaktı hayali. İlk adımlarını atmıştı ama.
Olmadı, yol göründü.
Kader bir kere daha savurdu onu.
İstanbul”a demir atmadı. Çünkü o dünyayı, dünyalığı biriktirmeyi değil de ağırlıksız, en hafifinden bir hayatı tercih ederek uçmak istedi.
Kıtalar arası uçtu şimdi.
İnsan en yakınlarını ve en yakınındaki dostlarını ihmal ediyormuş en çok. Nasıl olsa burada, yakınımda bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün gidip çalarım kapısını diye diye geçiyor günler. Yaşanacak nice zamanlara, gönülden paylaşılacak güzelliklere hayıflanıp duruyoruz şimdi.
Öfkemizi hiç zaman geçirmeden anında cesurca sergiliyor, yüzüne vuruyoruz muhatabımıza. Sevgimizi, “iyi” düşüncelerimizi ise bir sır gibi saklıyor. Ölümün ardından konuşuyoruz usulca. Sevgiyi, saygıyı, dostluğu insanı en çok susturan bu anlarda dillendiriyoruz. Belki de bir pişmanlıktır yaptığımız. Bencilliğimizin itirafıdır.
Ertuğrul, uzaklara, çok uzaklara gitti.
Bir daha döner mi bilinmez.
Dönse de artık kalmaz buralarda.
Bu kadarını tahmin etmezdim ki, içimden bir parça kopararak gitti.
Bu kadar içimde, benden olduğunu bilseydim…
İstanbul”a yerleşmedi, İstanbul”a yerleşmek için bir çaba da göstermedi, ama gittiğinde anladım ki, o benim gibi birkaç insanın gönlüne yerleşmiş, hep gönül yapma çabası içinde olmuş.
Yolcu yolunda gerek dedi ve geldiği gibi ansızın bir hüzün bestesi eşliğinde uçup gitti buralardan.
Gurbet yolcusunun bir “Allah”a ısmarladık” sesi, bir de hatıraları kaldı bende.
Pek bilmediğin, havasına, suyuna, toprağına yabancı olduğun Madagaskar”a yazılmış kaderin.
Hayat arkadaşın Jale hanımı, Moskova”da doğan, İstanbul”da büyüyen altı yaşındaki kızın Rana”yı ve üç yaşındaki oğlun Aydın Yavuz”u alıp arkana bakmadan sadece bir selamla çekip gittin bizim küçük dünyamızdan.
Biliyorum ki dönmemek üzere gittin.
Yolun açık olsun…
İçimdeki kürsüyü ateşleyen bir yolculukla gittin.
Gittin;
Meçhule değil, hiç ürkmeden, kahramanca kaderine gittin sen.
Kalmanın ağırlığını bana hissettirerek çekip gittin.
İçimde sürekli konuşan bir kürsü bırakarak…
Yolcu olduğumu haykırıp duruyor şimdi.
Bir tek kişinin bizden ayrılışı, yolculuğu bütün herkesin bir gün gideceğini haber veriyor.
Gidenlere selam olsun demekten başka çare yok. Geride kalanlara gelince, onlarla hayatı ve sevgiyi paylaşmanın kapıları ardına kadar açık.
Biliyorum ki mısralar şairden bir kere daha ödünç alınıp bir de benim için söylenecek;
“Artık demir alma günü gelmişse zamandan
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.”
Çünkü;
Düştü içime yolculuk ateşi.
Yol yakındır bize de…