Sabahın erken saatleri, kuşlar mesaiye başlamışlar çoktan, güneşin ışıkları ağaçları yara yara karanlıkları kucaklıyor.
İşine erken gitmek isteyen, okula trafiğe yakalanmadan varmak isteyenler sessizce yola koyulmuş bile…
Bayramı daha yeni idrak eden müslümanlar olarak hâlâ bayramın tatlı letafeti ve teraveti üzerimizde, hüzünlü gurbetin artık alışageldiğimiz burukluğu ile omuz omuza…gayri müslim ve diğer inançtan insanlar ise rutin hayatlarına devam ediyorlar.
Bayramı geniş bir katılım ile Külliye’de kutladık. Çocuklar büyüklerin ellerini öpüp harçlıklarını aldılar, yaş gruplarına göre hediyeler verildi. Kabristanda yatan ilk muhacir esnaflardan Ömer Erol ağabey ve trafik kazasında şehit düşen Galimbek öğretmeni Yasinler ve dualar ile ziyaret ettik. Siyahi öğrencilerin gözyaşları, yapılan hiçbir fedakarlığın boşa gitmediğinin göstergesi idi.
Arkadaşlarla bayram sohbetlerinde neşe ve bayram sevincinin yanında hep bir hüzün ve endişe gözleniyor.
Nasıl olmasın ki ; bir arkadaşımızın anne babası ” Türkiye’ye gelirseniz ilk ben ihbar ederim sizi diyor” , bir diğerinin babası haksız bir şekilde hapse atılan bir ordu mensubu ve mahkemesinde kahrından kalp krizi geçirip vefat etmiş.
Şimdilerde hayata tutunmaya çalışan, İstanbul’da çok varlıklı ,cafeler zinciri olan bir işadamı da eşinden ve çocuklarından ayrı kalmış, boşanma seviyesine gelmiş bir evliliği var, gurbetin ağır yükünü omzunda taşımaya çalışıyor.
Gediz esnafının önde gelenlerinden bir diğerinin eşi hapiste, 40 yılı bir yastıkta geçirmişler şimdi ise hasret ve ayrılık düşmüş paylarına. Yüzlerce hayırlı işe, okul acmaya, fakir öğrencilere burs vermeye vesile olmuşlar ve devletin reva gördüğü muamele bu…inadına seven bir insan, etrafına ümit kaynağı, sonunda O’ da Kanada’ya sığınmayı seçti ve yeni gurbetlere yelken açtı.
Sinop’tan mağazalar zinciri olan bir başka kahraman uzun süre buralarda aram eyledi, ve bayramın hemen ertesinde Onlar da başka bir coğrafyaya yeniden göç ettiler. 80 yaşında tüm mallarına el konan başka cengaver ve yiğitler de hem ümit aşılıyor etrafına hem de hüzünle eski günleri yâd ediyorlar.
Yüzlerce böyle mağduriyet hikayeleri dinledik, dinliyoruz.
Ama ortak nokta kimse kadere taş atmıyor, kimse niye benim başıma bunlar geldi demiyor. Bir şekilde hayata tutunup, şartlara ayak uydurmaya çalışıyorlar.
Ama asıl insan neye kahroluyor biliyor musunuz? Ülkenin önde gelen, mürekkep yalamış insanlarının da bu iftira ve yalan seylaplarına kapılıp ağız dolusu hakaretlerine ve iftiralarına. Sanki hiç tanımamış gibi, sanki dün görüşmek için araya referanslar koyan, göklere çıkaranlar, dünyada eşiniz benzeriniz yok bir telinizi dünyalara değiştirmem diyenler, kendileri değilmiş gibi davranan zavallı karaktersizlere kahroluyor insan.
Yakın bir gelecekte işler değişince, güvendikleri dağları karlar ve fırtınalar kaplayınca, çığ düşünce, bu menfaatçiler yine gelecek, yalvaran gözlerle bakacak ” bizi affedin, biz aldatıldık, kandırıldık” diyecek ve bir sürü yalan dolanla merhamet dileyecekler. Zor olan da o gün bunları bile bile sineye çekmek ve mü’mince bir tavır ortaya koymak olacak herhalde. Belki çokları da yaşadıkları ve bunları yaşatanları affetmeyecekler.
“Biraz zaman geçsin, her şeyi unutacaksın.. Biraz zaman geçsin, her şey seni unutacak..” Marcus Aurelius
Ama inadına sevmek de bu olsa gerek…